Teknoloji Çağında Yeni İktidar Teknikleri: Psikopolitika | robot_dreams
should_authorize_via_email
email.input_code tel.input_code
 
email.code_actual_for tel.code_actual_for
apply_exit_text
session_ended
to_homepage
Teknoloji Çağında Yeni İktidar Teknikleri: Psikopolitika

Teknoloji Çağında Yeni İktidar Teknikleri: Psikopolitika

Byung Chul Han'ın Psikopolitika kitabı, dijitalleşme sürecinde insan özgürlüğü ve karar verme yetisinin nasıl dönüştüğünü ve teknoloji çağında yeni iktidar tekniklerinin birey üzerindeki etkilerini kapsamlı bir şekilde analiz ediyor.

Byung Chul Han'ın "Psikopolitika" kitabı, dijital çağın özgürlük ve karar kavramları üzerindeki etkilerini derinlemesine inceler. Han, teknolojinin gelişmesiyle birlikte, insanın nasıl hem gözetleyen hem de gözetlenen bir varlık haline geldiğini ele alır. Bu kitap incelememizde, neoliberalizmin birey üzerindeki etkilerinden, veri toplamanın ve işlemenin bireysel özgürlüklere olan etkisine kadar geniş bir yelpazede günümüzün önemli konularını tartışıyoruz. 

Özgürlüğün Krizi

İnsanın özgürlük arzusu, varoluşsal bir çelişkiye işaret eder: gerçekten özgür olmak isteyip istemediği. Özgürlükten kaçınma çabasıyla, her insanın Tanrı karşısında “suçlu ve borçlu” olduğu bir düşünce sistemi yaratılmıştır. Bu düşünce, kapitalizmin Yeni Tanrı olarak kabul edildiği bir sisteme evrilmiştir, böylece özgürlük daha da kısıtlanmıştır.

Sınırsız iletişimin ve "gönüllü şeffaflığın" yükselişi, sır, uzaklık ve yabancılık gibi kavramları engeller haline getirmiş, bizi internette kendimizi en şeffaf halimizle paylaşmaya itmiştir. Bu, özgürlüğün krizine işaret eder; dijital psikopolitika, Big Data'nın toplumsal iletişimdeki derinleşmesi, iktidarın data bilgisi üzerinden bizi yönetmesi ve gözetlemesi gerçeğiyle karşı karşıya bırakır. Big Data, kişilerin ölçülebilir, yönlendirilebilir ve özgür olmaktan çıkarılabilmesini sağlar. Bu durum, George Orwell'in "1984" kitabındaki kehanetlerle paralellik gösterir; artık büyük birader yerine big data bizi gözetler. Bu bağlamda, Psikopolitika’nın giriş kısmında Han, özgürlüğün modern çağdaki krizini, neoliberalizmin bireyi nasıl şekillendirdiğini ve teknolojinin insan özgürlüğü üzerindeki etkilerini ele alarak, bizi özgürlüğün bireysel ve toplumsal boyutlarını yeniden düşünmeye davet eder.

Öldürerek Tedavi

Neoliberal psikopolitika, kendini optimize ve idealize etme kavramlarını sonuna kadar sömürerek, performansın kusursuz işlemesi ve verimliliğin artması adına çeşitli kişisel gelişim yöntemleri, yaşam koçları ve zihin antrenmanlarıyla çevremizi kuşatır. Bu süreç, insanı bir sömürü nesnesine dönüştürür. Günahlar yerine olumsuz düşüncelerin peşine düşmeye başlarız. Bu durum, insanın kendi kendisinin düşmanı haline gelmesine yol açar. Oysaki olumlu ile olumsuz kavramlar birbirinin varlığıyla anlam kazanır. Zıtlıkların tezahürü hayata canlılık katar. 

Acı ve olumsuzluk, insani deneyimler için zorunludur. Sadece olumlu deneyimlerle dolu bir yaşam, gerçek bir insan hayatını yansıtamaz. Neoliberal sistem, bu sınırsız optimizasyon arayışı içinde, bizi olumsuzlukları sürekli olarak yok etmeye zorlayarak sömürür. Bu süreç, performansı optimize etmek amacıyla sunulan bir "tedavi" şeklinde kendini gösterir. Ancak bu sözde tedavi, aslında bir sömürü aracıdır.

Dost Big Brother 

George Orwell'in "1984" romanında tanıtılan "Yenidil", düşünceyi daraltmak ve kontrol etmek amacıyla kelimeleri sadeleştirmek ve yok etmek üzerine kuruludur. Bu dil, ifade özgürlüğünü sınırlayarak bireylerin düşünce yapısını şekillendirmeyi amaçlar. Ancak, günümüz dünyasında durum Orwell'in öngördüğünün tam tersidir: Kelime ve kavramların sayısı artar, fakat bu çoğalma, enformasyon çağının kendine özgü bir düşünce kontrolü şeklini oluşturur. İronik bir şekilde, kelimelerin ve bilginin bu çoğalması, bireylerin düşüncelerini daraltarak aynı amaca hizmet eder.

Orwell'in tasvir ettiği gözetim devletinin aşırı gergin ve baskıcı atmosferi, günümüzde aşırı “olumlu” bir gözetleme biçimine dönüşmüştür. Zorla gözetim ve işkence yerini, gönüllü kendini ifşa etme ve sergileme davranışına bırakmıştır. Big Brother artık daha dostane bir maskeyle karşımıza çıkar. Teknoloji aracılığıyla her türlü bilgiyi ve kişisel veriyi seve seve paylaşırız.

Apple'ın 1984 Super Bowl için yayınladığı reklam, bu paradoksu mükemmel bir şekilde özetler. Reklamda, Orwell'in gözetim devletine karşı çıkan bir kurtarıcı olarak Apple'ın kendini konumlandırması, gözetim devletinin yok olacağına dair bir vaatte bulunur. Ancak bu, aslında Orwell'in gözetimini aşan yeni bir gözetim sisteminin habercisi olmuştur. Reklamda, şuursuz bir şekilde Big Brother'ın konuşmasını izleyen işçilere karşın, bir kadının ekranı parçalayarak "1984'ün 1984'e benzemeyeceği" mesajı verilir. Bu, Apple'ın teknolojinin özgürlükçü potansiyeline dair umut vadeden bir görüş sunarken, ironik bir şekilde, daha sofistike ve kapsayıcı bir gözetim biçiminin yolunu açtığını gösterir. Günümüzde teknolojinin, özellikle de kişisel cihazların ve sosyal medyanın, bireyler üzerindeki gözetim ve kontrol kapasitesi, Orwell'in distopyasının ötesine geçmiş durumdadır.

Big Data 

Dadaizm, geleneksel sanat anlayışına meydan okuyarak basitliği, aptallığı ve düzensizliği ele alan bir akımdır. Bu akım, olayların başı ve sonu, mantık ve düzen gibi kavramları reddederken, tekrarın ve aynılığın içinde kaybolmaktır. Dataizm ise bu anlayışın dijital çağdaki yansıması olarak ortaya çıkar. “Dijital dadaizm” olarak adlandırılabilecek günümüz, anlamın yok oluşunu ve verilerin öne çıkışını işaret eder. Veri ve sayıların anlatısal değeri yoktur. Onlar niceliksel değerler ve ölçümler olarak ön plana çıkar.

Dijital çağda hayat, ölçülebilir ve niceliksel bir boyuta bürünmüş durumdadır. Sürekli kendimizi izleme takıntımız, bu niceliksel anlayışı pekiştirir. Kalp atış hızımızdan kan şekerimize, yağ oranımızdan adım sayımıza kadar her şeyi hesaplıyor ve izliyoruz. Bu ölçümün amacı, sürekli bir performans artışı sağlamak ve hatta dinlenme anlarında bile verimliliği maksimize etmektir. Ancak bu süreç, "Ben kimim?" sorusunun cevabını veri yığınlarıyla sunmaya çalışırken, bireyin kendilik anlamını yitirmesine yol açar. İnsanlık durumu, sadece verilere indirgenir. 

Antik çağda kişinin kendine gösterdiği özen ve kendini tanıma süreci, kendisi hakkında notlar tutmak ve kendini gözlemlemekten geçerdi. Publicato Sui (kendini yayımlama) kavramı, gerçeğin peşinden gitmeyi amaçlarken, modern "self-tracking" veya kendini izleme uygulamaları, bu süreci kendini gözetlemeye dönüştürmüştür. Dijital çağın öznesi, bu yeni paradigmada hem gözetleyen hem de gözetlenen, hem gardiyan hem de mahkum rolüne bürünmüştür. Bu durum, teknolojinin sağladığı olanaklarla birlikte, bireyin kendisiyle ve çevresiyle olan ilişkisinin temelinden dönüşmesine neden olmuştur.

Hayatın Tam Protokolü

Web 2'den Web 3'e geçiş ve Nesnelerin İnterneti ile artık günlük nesneler bizi gözetliyor. Micro-targetting uygulamaları ise farkında olmadan isteklerimizi şekillendiriyor ve kolektif bilinçdışına erişiyor. Big Data, unutmayan bir gözetim mekanizması olarak, bizi sürekli izlerken yeni dijital sınıflar oluşturuyor. Orwell'in "1984"ündeki Big Brother'ın aksine, Big Data hiçbir şeyi unutmaz, her detayı kaydeder ve analiz eder.

Dijital Bilinçdışı

Micro-targetting kavramı, özellikle seçim dönemlerinde, bireylerin hassas bilgilerini kullanarak yapılan aşırı özelleştirilmiş pazarlama yöntemleri arasında öne çıkıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde, seçim propagandası adına bile kullanılan bu yöntemlerle, insanların algıları üzerinde oynanıyor ve onların kararlarını etkileyebiliyor. Big Data'nın, bireylerin farkında olmadıkları arzularını ve eylemlerini keşfederek bu bilgileri hedefleme sürecinde kullanması, bireylerin özgür iradeleri üzerinde ciddi bir kontrol mekanizması oluşturuyor. Bu tür hedefleme pratikleri, sadece insanların kararlarını etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda toplum içinde yeni dijital sınıfların oluşumuna da zemin hazırlıyor. 

Budalalık 

Yazarın veda bölümünde ele aldığı "budalalık" kavramı üzerinden yaktığı umut ışığı, modern dünyanın karmaşıklığı ve sürekli iletişim baskısına bir alternatif sunar. Deleuze'den alıntı yaparak, budalayı oynamanın bir felsefi görev olduğunu vurgular. Budala, sürekli bağlantı ve bilgi bombardımanının olduğu bir dünyada, bilinçli bir şekilde ağ-dışı kalmayı ve “enformasyonsuz” olmayı seçer. Bu tercih, budalanın iletişim kurmaktan kaçınması ve sessizlik ile yalnızlığın sağladığı özgürlükten yararlanmasıyla kendini gösterir. Budala, öznel olmaktan ziyade tekilliği ile öne çıkar ve çocukların sahip olduğu saflığı koruyarak, modern dünyanın dayattığı rollerden ve beklentilerden uzak durur. Bu yaklaşım, bireyi sürekli verimlilik ve performans artışı peşinde koşan bir düzenden uzaklaştırır ve ona, kendi içsel dünyasına dönük bir yaşamı arzulama ve peşine düşme imkanı sunar. Budalalık, bu bağlamda, toplumsal normlardan ve sürekli bağlantı halinde olma zorunluluğundan kaçışı temsil eder.

Daha fazla makale
Mustafa Çamurlu ile yaptığımız röportajda, yazılım mimarisi alanında mikroservis, serverless ve event-driven mimarilerinin önemi ve yüksek trafikli uygulamalarda karşılaşılan zorlukları konuştuk.
Yüksek Trafikli Yazılım Mimarisi Eğitimimize katılın ve dijital dünyada fark yaratma fırsatını yakalayın!