Dijital Çağda Ritüellerin Yok Oluşuna Dair | robot_dreams
should_authorize_via_email
email.input_code tel.input_code
 
email.code_actual_for tel.code_actual_for
apply_exit_text
session_ended
to_homepage
Dijital Çağda Ritüellerin Yok Oluşuna Dair

Dijital Çağda Ritüellerin Yok Oluşuna Dair

Byung-Chul Han'ın "Ritüellerin Yok Oluşuna Dair" adlı eseri ışığında, dijital çağın bireyler ve toplumlar üzerindeki dönüştürücü etkisini ve ritüellerin bu yeni dünyada nasıl evrildiğini derinlemesine analiz ediyoruz.

Byung-Chul Han'ın "Ritüellerin Yok Oluşuna Dair" eseri, dijital çağın karmaşık dokusunu ve bu çağın toplumsal, kültürel ve bireysel yapılara etkilerini inceleyerek, modern dünyanın ritüel ve geleneksel yapılarındaki dönüşümü ele alır. Han, teknolojinin hızla ilerlediği ve bilgiye ulaşmanın her zamankinden daha kolay olduğu bir dönemde, bu erişilebilirliğin insan davranışları, kültürel normlar ve toplumsal ilişkiler üzerindeki etkilerini derinlemesine inceliyor. Kitap, dijitalleşmenin ve globalleşmenin getirdiği değişimlerin insanlık üzerindeki etkisini anlamak isteyenler için kritik bir bakış açısı sunuyor. Bu kitap yorumunda, Han'ın eserinde yer alan temel kavramları ve dijital çağda ritüellerin nasıl bir evrim geçirdiğini inceleyeceğiz.

Üretim Zorlaması

Günümüz, veri ve bilgiye dayalı bir çağ olarak tanımlanabilir. Bu dönemde, sembollerin gücü azalırken, toplumda anlam tahsis eden kavramların etkisi de giderek kayboluyor. Bu durum, toplumsal alanda bir belirsizliğin ve radikal bir değişkenliğin artışına neden oluyor. 

Akıllı telefonlar yaşama istikrar getiren aynılıktan yoksundur, sürekli değişen içerikler “aynılıkta oyalanmaya” izin vermez. Aygıtın içine adeta bir huzursuzluk yüklenir. Aşırı heyecan tüketmeye zorlanan bu toplumda kişi heyecanını narsist benliğine yöneltir. 

Mevcut düzen, sürekli yeni bilgilerin peşinde, sonuçlara ulaşmaktan ziyade bilgiden bilgiye koşan bir yapıda. Bu, "dizisel algı" olarak adlandırılır ve günümüz filmleri ve dizilerinin popüler olmasının nedenlerinden biri de bu algıya uygun düşmeleridir. Dikkat eksikliği ve bozukluğu, bu algının artmasından kaynaklanan ciddi sorunlardır.

Dijital çağ, sürekli yeni bilgilere atlamayı teşvik ederken, yinelemeleri küçümser. Ancak "apprendre par cœur" (Fransızca'da "ezberlemek" anlamına gelir) ifadesi, tekrarın kalbe ulaşan bir öğrenme biçimi olduğunu vurgular. Tekrarlar dikkati derinleştirirken, sürekli heyecan ve değişiklik arayanlar, eldeki değerleri gözden kaçırırlar. Bu şekilde, günümüzün heyecanlarına kapılırken, tekrarlama yeteneğimizi kaybediyoruz. Narsisizm artarken, arkadaşlar, beğeni ve takipçiler, egonun yansımasını güçlendiriyor. Akıl ve algı, aslında yoğun ve derin olmalıyken, kendini kısa vadeli duygulara teslim ediyor.

“Gezilip görülecek yerlerin yanından geçilip gidilir. Oyalanmaya, duraklamaya izin verilmez.”

Otantiklik Zorlaması

Otantiklik zorlaması, narsistik bir eğilimi yansıtır. Bireyler sürekli olarak kendi iç dünyalarıyla meşgul olurlar. Bu süreçte, kişisel alanın ne kadar açığa çıkarıldığı, samimiyetin bir ölçüsü haline gelir. 

Kültür, bu süreçte profanlaşma eğilimi gösterir. Sanat, büyü ve sihir gibi köklerinden uzaklaşarak, söylem ve şeffaflığa doğru yönelir. Sanatın esrarengiz ve büyülü örtüsü, bu yeni yaklaşımın lehine bir kenara atılır. Bu değişim, sanatın geleneksel ve mistik kökenlerinden uzaklaşmasına ve daha açık, anlaşılır bir ifade biçimine evrilmesine neden olur. Bu durum, sanatın ve kültürün, bireyin özgün ifadesine ve şeffaflığa olan çağdaş vurgusunu yansıtır.

“Gizemli olan gösterilen değil, gösterilenden yoksun olan gösterendir.”

Kapanmanın Ritüelleri

Günümüzdeki algı, sürekli heyecan ve bilgi arayışı içinde olduğundan, bir şeyleri sonlandırma yeteneğinden yoksundur. Bu durum, bireylerin bilgi ve görsellerin altında ezilmesine neden olur, öyle ki gözleri kapatmak neredeyse imkansız hale gelir. Narsistik birey, kendini tamamlanmış durumlar içinde değil, sürekli bir performans sergileme halinde bulur.

Modern küreselleşme, bireysel farklılıkların silindiği, benzerliklerin ve varyasyonların teşvik edildiği bir "aynılık cehennemi" yaratır. Farklılıklar, üretim süreçlerine karşıt bir etki yarattığı düşüncesiyle yok edilir. Bu durum, küresel kültürde bir tür homojenleşmeye yol açar, bireysel ve kültürel farklılıkların önemi azalır. Her şey birbirine benzer ve standartlaşırken, özgün ve farklı olanın değeri göz ardı edilir. 

Göstergeler İmparatorluğu

Gizemin esası, açıkça gösterilenin ötesinde yatar; aslında, gösterilenin eksikliğinde saklıdır. Günümüzde ise, gösteren (kılıf) gösterilenin (içerik) kendisinden daha önemli bir hale gelir. Bu, anlamın ve derinliğin, yüzeyin ötesinde, görünmeyen ve ifade edilmeyen katmanlarda yer aldığını ve bunun unutulmaya yüz tuttuğunu gösterir.

Bu bağlamda, "ben" kavramı günümüzde sürekli olarak ahlaki bir çerçeveye oturtuluyor. Bireysel kimlik ve özgünlük, ahlaki değerlerle iç içe geçerek daha fazla vurgulanıyor. Öte yandan, toplumun genel yapısı kabalaşma eğilimi gösteriyor ve nezaketten yoksun bir hale geliyor. Bu çelişki, modern toplumların karşılaştığı önemli bir paradoks olarak görülebilir: Bireyin ahlakileştirilmesi ve kişisel değerlerin yüceltilmesi, genel toplumsal davranışların ve ilişkilerin yozlaşmasıyla eş zamanlı olarak gerçekleşiyor. Bu durum, birey ve toplum arasındaki ilişkinin karmaşık ve çoğu zaman çelişkili doğasını ortaya koyuyor.

Mitostan Dataizme

Dataizm, hümanizmin karşısında duran bir olgu olarak ortaya çıkar: İnsan artık bilginin öznesi ve yaratıcısı değildir. Bilgi, artık makineler tarafından, verilere dayalı olarak üretilmektedir ve bu süreç insan merkezli değildir. İnsanın kendisi bile bir veriye dönüşmüştür, hesaplanabilir ve yönetilebilir bir varlık haline gelmiştir. Big Data ile üretilen bilgi, insan anlayışının ötesine geçiyor; insanın bilgi işleme kapasitesi, düşünme ve kavrama yetileri gereği, işlemcilerin hızına ulaşamıyor çünkü işlemciler düşünme ve kavrama gerekliliğinden muaf.

Teori, anlatısal özellikler barındırsa da, algoritmalar sadece hesaplar; bir şeyleri anlatmazlar. Bu, mitostan dataizme, yani anlatıdan sayıya geçişin bir göstergesidir. Üretim ve çalışma çağında, düşünce kendi özünden uzaklaşır ve daha çok sayısal ve veri odaklı bir yapıya bürünür. Bu durum, modern toplumların ve bilim dünyasının karşılaştığı önemli bir dönüşümü temsil eder: Bilginin niteliği ve insanın ona yaklaşım şekli temelden değişmektedir.

Byung-Chul Han'ın "Ritüellerin Yok Oluşuna Dair" adlı eseri, dijital çağın getirdiği değişimleri ve bu değişimlerin birey ve toplum üzerindeki etkilerini etkileyici bir şekilde ele alıyor. Han, modern dünyanın karmaşıklığını ve çelişkilerini, ritüellerin ve geleneklerin değişimine odaklanarak derinlemesine analiz ediyor. Bu eser, dijital çağda insanlığın karşılaştığı zorlukları ve dönüşümleri anlamak isteyen herkes için değerli bir kaynak sunuyor.

Daha fazla makale
Mustafa Çamurlu ile yaptığımız röportajda, yazılım mimarisi alanında mikroservis, serverless ve event-driven mimarilerinin önemi ve yüksek trafikli uygulamalarda karşılaşılan zorlukları konuştuk.
Yüksek Trafikli Yazılım Mimarisi Eğitimimize katılın ve dijital dünyada fark yaratma fırsatını yakalayın!